Türkiye'de ilk defa 1965 yılında Genco Erkal tarafından
sahnelenen "Bir Hatıra Defteri" 2018 tiyatro sezonunda da
seyircilerle buluşuyor.
Genco Erkal, Cumhuriyet gazetesine oyunla ilgili vermiş
olduğu röportajda oyunda yapılan reji değişikliklerini şöyle özetliyor.
Oyun geçen sürede evrilerek dört farklı yorumla
seyircinin karşısına çıkıyor. Erkal metne ilk olarak psikolog gibi yaklaştığını
ve “İki mesleğimi yakınlaştıran oyun” olduğunu belirtiyor. Uzun yıllar sırtına
yapışacak “deli” rolünü canlandırmak için Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları
Hastanesi’nde araştırma ve gözlem yaptığını belirtiyor.
İkinci yorumda, 1968-69 sezonunda, dönemin de şartlarına
uyarak daha toplumsal-politik yaklaşıyor. Gerçekçi bir dekorun da kendisine
eşlik ettiğini söylüyor. Sahnede kaynayan çorbalar, yanan sobalar…
Üçüncüsünde ise bugün sahnelenene yakın bir yorumda
bulunduğunu söylüyor. Daha teatral bir bakış açısıyla, karakterin aslında gizli
bir tiyatrocu olduğundan yola çıkıyor. 50 yılın toplamında, Oyun, psikolojik çözümlemelerden
toplumsal ve politik bir zemine sonrasında ise, daha teatral öğelerin ağır
bastığı bir rejiye dönüştüğünü belirtiyor.
Nikolay Gogol, Bir Delinin Hatıra Defteri’nde 19.
Yüzyılda St. Petersburg’da düşük dereceli bir memurun gerçeküstücü hikayesi
üzerinden dönemin insanını ve Rusya’da gündelik hayatın sıkıcılığını anlatıyor.
Kendisi de kısa bir dönem devlet dairesinde çalışan Gogol memurların hayatını,
onların yaşama biçimi ve ilgi alanlarını, meşguliyetlerini gerçekçi bir
yaklaşımla kaleme alıyor.
Hikaye, Çar I. Nikolay’ın baskıcı devrinde yaşamış
dokuzuncu dereceden bir devlet memurunun hayatı üzerine merkezlenir. Günlük
türünde yazılan hikaye, başkahraman Popriçin’in deliliğe doğru gidişini
anlatır.Yaşadığı sıkıcı ve tekdüze hayata bir de müdürünün kızına duyduğu aşk
eklenince, içinde bulunduğu girdap iyice büyür. Popriçin’in baskıcı sisteme
boyun eğmeme çabaları ve yaşadığı gelgitler kendisini İspanya Kralı sanmasına
kadar gider ve olaylar akıl hastanesine kapatılmasıyla son bulur.
Genco Erkal, makam, mevki gibi sınıfsal farklılıkları
merkezine alır. Metne sadık kalarak, güncelliğini koruyan rüşvet, yolsuzluk,
adam kayırma gibi evrensel sorunları vurguyla ve tavrıyla ön plana çıkarmaya
çalışır.
Oyun bir kısır döngü içinde başladığı yerde biter.
Poprişçin oyunun sonunda, oyunun başındaki başladığı sıfır noktasına geri
döner. Karşımızda, Genco Erkal rejisiyle aslında çok normal bir insanın
deliliğini görürüz. Oyunun başında Poprişçin’e deli diyemezken oyunun sonunda
deliliği tescillenmiş olur.
Erkal, Poprişçin'in hastalığa teslim olmasını ayrı bir
kişi olarak yorumlar. Biri içinde bulunduğu ortama ayak uyduramamış ve
ötelenmiş düşük derecede bir memur, diğer taraftan güç ve mevki hırsını
gerçekleştirmek için hayal dünyasına sığınan ve adaletsiz düzene direnen kişi.
Erkal rejisinde bu ayrımı keskin olarak belirtir ve rol geçişlerinde özdeşliği
kırabilmek için jest-mimik ve ses tonuyla yabancılaştırmayı sağlar. Bunun yanı
sıra, oyunun gün gün yani epizod epizod bölünüp bölüm geçişlerini ışık açıp
kapayarak verilmesi de, oyunu kesintiye uğratarak seyirciyi düşünsel bir sürece
sokar. Poprişçin'i delirten şey ne ? Poprişçin bir deli miydi?
Erkal, Poprişçin'in karmaşıklaşan düşünce dünyasını,
psikolojik gelgitlerini ve içinde bulunduğu dramatik durumu; abartısız ve
ölçülü bir oyunculuk biçimiyle sahneye taşır. Oyunun en vurucu kısmı olan, deli
gömleğiyle seyircinin karşılaştığı bölüm de ise, sahnedeki dekorun üstüne gri
bir muşamba çekilerek yeni bir dünya yaratılır. Poprişçin'in, duyguları, çaresizliği,
sitemi, özlemi, aşkı, hırsı gömleğe ve grinin hakim olduğu dünyaya
hapsedilir.
Poprişçin, Genco Erkal'in rejisiyle toplumun ve sistemin
hem kurbanı hem kurban edenidir. Erkal, seyircinin Poprişçin ile özdeşlik
kurmasını istemez çünkü Poprişçin'de kurban olduğu kadar kurban edendir de.
Konumunu, sınıfını sürekli olarak değiştirmek ister çünkü kendisi de arzuladığı
o mevkiye ulaştığında gücünü kullanarak kendisinden aşağı gördüklerini tıpkı
ona yapıldığı gibi ezmekten ve aşağılamaktan çekinmeyecektir.
Erkal'ın güçlü rejisi ve abartısız oyunculuk anlayışı,
Duygu Sağıroğlu’nun özenle kurgulanmış döneme uygun yatak odası tasarımı,
yapılan ışık oyunları ve Mete Sakpınar’ın melodileri de seyirciyi bu düşünsel
dünyada yalnız bırakmayan diğer öğeler olarak karşımıza çıkar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder