Ezop Sahne'nin prodüksiyonuyla sahnelenen
"Beyaz" adlı oyun, Zeynep Utku'nun çevirisi ve Özen Yula'nın
rejisiyle seyirciyle buluşuyor. Fransız dramaturg, oyuncu ve romancı Emmanuelle
Marie'nin 2005 yılında yazdığı “Beyaz” adlı oyun, ilk kez Paris'te Zabou Breitman
tarafından sahneye koyuluyor. "Theatre De la Madeleine"de 15 Eylül
2006'dan 25 Ocak 2007'e kadar oynanan oyun, 2007'de iki dalda Moliere ödülünü
alıyor.
Oyun,
ölüm döşeğindeki annelerinin başında bekleyen iki kız kardeşin hikayesine
odaklanıyor . Kocasıyla mutsuz evliliğini sürükleyen bir kız kardeş ve uzun
zaman sonra eski kasabasına dönen abla... Ölüm döşeğindeki annelerinin başında
bekleyen iki kız kardeşin bir ömürlük hesaplaşması...
Oyun,
beyaz rengin hakim olduğu modern bir mutfakla açılıyor. Sahnenin gerisinde iki
kapı yer alıyor. Bir kapı bahçeye açılırken diğer kapı hasta annelerinin
odasına açılıyor. Yaşam ve ölüm ikilemi arasında geçen oyunda iki kızkardeşin
kısılıp kaldıkları yer olarak karşımıza çıkan mutfak bir diğer taraftan yaşam
ve temel gereksinimlerle ilintili olarak da duruyor. Rutin işler
yapılıyor, anneye yemekler hazırlanıyor, çamaşırlar yıkanıyor... Mutfakta geçen
zaman kardeşlerin tekrardan yakınlaşmalarını ve birleşmelerini sağlıyor.
Mutsuz
bir evliliğe sahip ev hanımı ve geçimini sağlamak için çalışmak zorunda kalan
sanatçı ablanın tezat kişilikleri, babaya duyulan nefret ve anneye duyulan
sevgiyle ortak birliktelik sağlıyor. Geçmiş konuşulmaya başlıyor, vazgeçilmiş
duygular, mutluluklar, özlemler tek tek anlatılmaya başlanıyor. Beyaz kapının
ardında bir dram yaşanırken, kardeşler yitip giden zamana aldırmadan tekrardan
birbirine bağlanmaya çalışıyor.
Özen
Yula, ana metne sadık kalarak ölüm temasına odaklanıyor. Ana metinde yer alan
iletişimsizlik ve bekleme anındaki çaresizlik yeni yorumda ölüm gerçeğinin
arkasına gizleniyor. Yula, metinden farklı olarak hasta olan anneyi kısa
videolar şeklinde beyaz mobilyalara yansıtıyor. Bu durum yaşadığı sıkıntılara
göğüs germeye çalışan kardeşlerin hikayelerinin önüne geçiyor. Kızkardeşlerin
çaresizlikleri, geçmişleri, hayalleri, iletişim kurma çabaları, ölümün ana tema
olarak yorumlanmasıyla önemini yitiriyor. Özen Yula'nın rejisinde yer almayan
sarkaç saat, ana metinde yaşam ve ölüm ikileminin zamanla kurduğu bağ açısından
önem arz eden bir diğer ayrıntı.
Yula'nın
rejisinde, uzun süre birbirleriyle görüşmeyen kardeşlerin iletişim kurma
çabaları yer yer güldürü unsurlarına dönüşüyor ve duygusal yoğunluğu sekteye
uğratıyor. Sözcük tekrarları, hareket tekrarları ve büyük kardeşin mutfak
işleriyle uğraşı bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Kardeşlerin iç
seslerine tanık olduğumuz sahnelerde de, tasarlanan dış sesler ayrıksı bir
noktada duruyor. Babanın geldiğini anladığımız sahne "tak" diye ses
aracılığıyla verilmeye çalışılıyor. Ki bu durum ana metinden bağımsız bir yorum
olarak da okunabilir. Çünkü; ana metinde babanın gelip gelmediğine dair
herhangi bir izlek yok.
Annenin
varlığı iki kız kardeş için de kendilerini var etmekte yaşadıkları en büyük
engel gibi duruyor. Bu yüzden annenin vefatından sonra büyük bir değişimin
yaşandığını görüyoruz. Annenin gölgesinden ancak annenin vefatıyla kurtulmuş
iki kız kardeşi görüyoruz. Kavgalar sona eriyor, tartışmalar sona eriyor ve
iletişim problemini giderdiklerini görüyoruz.
Derya
Alabora'nın büyük kardeşi üstlendiği oyunda, Deniz Çakır da küçük kardeş
rolüyle karşımıza çıkıyor. Oyuna Suna Selen de hasta anne rolüyle destek
sağlıyor. Tomris Kuzu'nun hazırlamış olduğu beyazlar içerisindeki mutfak dekoru
ve Çiğdem Erken'in müziğiyle alkışı hak eden bir diğer Ezop Sahne prodüksiyonu
oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder